İnsanlar zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşarlar. Bu sıkıntılar başımıza gelen olumsuz olaylara bir tepki olarak oluşabilir. Fakat söz konusu sıkıntının önemli bir kaynağı ise olaylara olan bakış açımız olayları nasıl yorumladığımızdır.
İnsan aynı olaya olumlu ya da olumsuz açılardan bakabilir. Çevremizdeki olayları yorumlayan, anlamamızı sağlayan, bakış açımızı oluşturan, çıkarım yapmamızı sağlayan şey beynimiz yani “bilişsel sistemimizdir.” Bilişsel sistemimiz ise şimdiye kadar sahip olduğu kalıp yargılarla düşünür.
Olayları ve durumları yorumlayan bilişsel sistemimiz her zaman en doğru ve en gerçekçi yorumu yapamayabilir. Bazen beynimizde hata yapar. Herhangi bir durumu veya olayı yorumlamamızı sağlayan bilişsel sistemimiz zaman zaman duruma ilişkin ipuçlarını gerçekte olduğundan farklı değerlendirip durumu gerçekte olduğundan farklı algılayabilir.
Olumlu duygular genel olarak bize çok zarar vermezler. Bu tür duyguların çok fazla etkisinde olduğumuzda, gerçeği, olduğundan bir parça farklı algılıyor olsak da düşünsel ve fiziksel olarak gücümüz, enerjimiz yerinde olduğu için durumu hala net olarak değerlendirebiliriz. Kendimizi çözüm olasılıklarını üretebilecek halde oluruz. Oysa olumsuz duygular bizi düşünsel ve fiziksel olarak da olumsuz etkiler. Moralimiz bozuk olduğunda daha kolay yorulur, kendimizi daha güçsüz hissederiz. Enerjimiz daha azdır. Durum her ne ise onu düzeltecek çözüm önerilerini üretmek bile başlıbaşına bir güç gerektirir, fakat bazen o gücü içimizde bulamayız.
Düşünce, duygu ve davranışlarımız bir bütün halindedir. Her biri bir diğerini etkiler. Olumsuz bir duygu durumu içerisinde olduğumuzda aklımızdan geçen olumsuz düşünceler moralimizin daha da bozulmasına neden olur. Moralimizin bozulması ise çoğunlukla durumu düzeltmeye yarayacak yapıcı davranışlar yerine canımızı sıkan ve durumu bizim için daha da zorlaştıracak davranışlar içine girmemize neden olabilir. Ortaya koyduğumuz olumsuz davranışlar bazen olumsuz olayların başımıza gelmesine de neden olabilir.
Mutluluğun formülü nedir ve bir insan nasıl mutlu olur?
Mutluluğun sebebini farkılı şeylerde ararız ama insanları mutlu eden tek bir şey var: Beyin biyokimyası ve nörolojik aktivite…
Oksitosin hormonu, sevildikçe, dokundukça, sarıldıkça, arzulandıkça artan bir hormondur. Bu hormon kadın ve erkek arasında hoşlanma, aşk gibi güzel duyguların sonucunda salgılanır ve mutluluk hissi verir.
Oksitosin çalışmaları ,bu hormonun bazı insan davranışlarını ve sosyal etkileşimi kontrol eden önemli bir kimyasal haberci olduğunu bulmuştur. Bir anne ve bebek arasındaki bağı tetikleyen oksitosindir ve tanıma, cinsel uyarılma, güven ve endişe gibi duyuların gelişiminde de rol oynayabilir. Bazı araştırmalar, hormonun bağımlılığı ve stresi de etkileyebileceğini göstermektedir.
Oksitosini arttırmak için sarılmak,dokunmak, hayal kurmak, çikolata yemek, egzersiz yapmak, sosyal aktivitelere katılmak gerekir. Dengeli beslenme, spor, yürüyüş, alkol ve sigaradan uzak durmak kısaca sağlıklı yaşam için yapılacak tüm olumlu davranışlar oksitosini tetikler. Ayrıca hurma ve çikolatanın da oksitosini artırdığı bilinmektedir. Bunun dışında B6, B2, B1, A vitaminleri oksitosin hormonunu etkiler.
Oksitosin eksikliği mutsuzluğa sebep olur. Beraberinde stresli, gergin, huzursuz, depresyona eğilimli durumlar oluşabilir.
Sosyal Çevre
Ev ortamı, çocuğun ilk sosyal çevresi olmakla birlikte çocuğu gelecekteki yaşantısına hazırlayan ilk okuludur. Çocuklar diğer insanlarla iletişimlerini, kendilerine ait algılarını, dil, sosyal, duygusal gelişimlerini ilk olarak bu ortamda geliştirirler. Bu süreçte anne baba rehberliğine ve huzurlu bir ev ortamına da ihtiyaç duyarlar. Kişilerarası problem çözme becerilerini ebeveynlerini gözlemleyerek geliştiren çocuklar için anne babanın kendi problemlerini nasıl çözdükleri oldukça önemlidir. Romantik ilişkilerde, çiftlerin ayrı ayrı iyi veya kötü insan olmaları değil, birlikte uyumlu veya uyumsuz olmaları ilişkinin sürdürülebilirliğini etkiler. Uyumlu çiftlerin birbirlerine karşı saygılı, kabul edici, şeffaf, işbirlikçi, çözüm odaklı, problem çözmeye istekli, iletişime açık, birbirlerinin isteklerine duyarlı olmak gibi artırılabilecek olumlu yaklaşımları o ilişkinin sağlıklı ilişki olarak tanımlanmasını sağlar. Sağlıklı ilişkiye sahip eşlerin dünyaya getirdikleri çocukları, ev ortamında bu ilişkinin özelliklerini gözlemlediğinden benzer ilişkiler kurma konusunda daha yetenekli olacaklardır.
Yapılan araştırmalar evlilik doyumu yüksek olan ebeveynlerin çocuklarının yapıcı problem çözdüklerini, empati becerilerinin geliştiğini, sosyal ilişkilerde başarılı olduğunu ve duygusal zekalarının daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Çocuklarıyla birebir ilişkilerinde sağlıklı iletişim kuran ancak çift olarak ilişkilerini sağlıksız yaşayan bireylerin çocuklarında, gözlemledikleri davranışlar nedeniyle olumsuz birçok özellik görülür. Yapılan araştırmalar anne baba arasındaki ilişkinin sağlıksız olduğu çocuklarda; stres hormonu artışı, saldırganlık, yalan söyleme, düşük akademik başarı, kurallara uymama, yıkıcı problem çözme, utangaçlık, düşük benlik saygısı, içe kapanıklık ve depresyon gibi olumsuz durumların ortaya çıktığını göstermektedir.
An’ı Yaşamak
An’ı yaşamak şimdinin işini yapmaktır. Gününü gün etmek, ya da geçmişte ve hayal dünyasında yaşamak, değildir an’ı yaşamak. Bütün bunların bireşimi olmalıdır an’ı yaşamak.
Geçmişi bileceğiz, dersler çıkarıp süzzeceğiz, ama geçmişin ayrıntısında kaybolmadan; bugünün gerçeğini olduğu gibi okuyacağız.
Geleceğe ilişkin tasarımlarımızı hayata geçirmek için içinde bulunduğumuz şu an’ın kıymetini bileceğiz.
Geçmişi ve geleceği bilerek bugünü ve an’ı ertelemeden yaşayacağız. Unutmayınız ki; En önemli iş, şu an yaptığın iştir. En önemli kişi; şu an yanında olduğun, konuştuğun kişidir. Hayatının en önemli an’ı şu içinde bulunduğun an’dır.
Plan yapmak, anımsamak, bizler için önemli yetkinliklerdir. Fakat temel eğilimimiz daha çok dalmak veya herhangi bir şeyi takılıp tekrarlayan bir biçimde düşünmek üzerine gerçekleşiyor. Bu da ‘’an’’la temasımızı kaçırıyor.
Gözümüzün önünde duran şeyi kaygımızdan, bir adım sonrasını düşünmekten, ki bunun en büyük motivasyonu bir hatayı önlemek, şimdiki anı yaşayamıyoruz.
-Dikkatinizin, aslında olmasını istediğiniz yerden başka bir yerde olduğunu ‘’fark etme’’
-Dikkatinizi, aslında olmasını istemediğiniz yerden ayırabilme ve mevcut an’a odaklayabilme
-Dikkatinizi olmasını istediğiniz yerde tutabilme
-Nefesimize odaklanma
İle An’ı yaşamayı daha da kolaylaştırabiliriz.
Öfke
Öfke sağlıklı ve normal bir duygudur ancak kontrolden çıktığında yıkıcı hale gelebilir. Kişisel, sosyal ve iş hayatınızda sorunlara yol açar.
Öfke saldırgan tepkilerle ifade edilse de kendimizi korumamızı sağlayan güçlü ve savaşçı duyguları da ortaya çıkarır fakat her durumda öfkemizi ortaya çıkarmaz ve saldırıdan kaçınırız.
Öfkeyi kontrol altına almak saldırganlıktan ziyade savunucu halde tutmak gerekir. Öfke’nin sizi ele geçirip saldırgan hale dönüştürmesine izin vermemek için yapılması gereken davranışlar vardır.
Öncelikle ihtiyacınızın ne olduğunu bilmelisiniz. Karşı tarafı incitmeden nasıl ihtiyaçlarınızı karşılayacağınızı bilmelisiniz.
Öfke bastırılabilir, dönüştürülebilir ve yönlendirilebilir. Öfkenizi içinizde tutup olumlu şeylere odaklanmalısınız.
Derin nefes alarak kendinizi rahatlatmaya çalışabilirsiniz.
Öfkelendiğiniz zamanlarda iyi şeyler düşünebilir ve hayal kurarak dikkatinizi dağıtabilirsiniz.
Öfkeliyken genellikle davranışlarınızın sonuçlarını düşünemezsiniz. Sakinleşin, sonuçları düşünün ve karşınızdakini dinleyin.
Hala öfkeniz dinmediyse ortamınızı değiştirin.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.